sozcukte-anlam
ANLAM BİLİM
· Gerçek ve Mecaz (Değişmece) Anlam
· Deyimler
· Terimler
· Bağlam
· Benzetme
· Metafor (Eğretileme, Deyim Aktarması)
ANLAMBİLİM (SEMANTİK)
Dili anlam açısından inceleyen bilim dalı.
"Dilbilimsel anlambilim, göstergenin içerik ya da gösterilen yanını ele alır, gösteren(işitim imgesi) ile gösterilen arasındaki ilişkileri, gösterilendeki değişim ve oynamaları, dilsel yapıların anlamsal yönden ortaya koyduğu çeşitli olguları vb. inceler."
Berke VARDAR
(Pierre GIRAUD, Anlambilim, Çeviren: Berke Vardar, Ankara, Kuzey Yayınları, 1984: VII)
· Gerçek ve Mecaz (Değişmece) Anlam
SÖZCÜKTE ANLAM
"Bir göstergenin öteki göstergelerle sıkı sıkıya ilişkili biçimde, belli bir bağlam içinde, belli bir duruma ve koşullara bağlı olarak yansıttığı kavram."
Doğan AKSAN
(Doğan AKSAN, Dil, Anlam, Sözcük, Ankara, Ankara Üniversitesi Yayınları, 1991: 37)
Kavram:
"1. Dünyadaki nesnelerin, biçimlerin, olgu, durum ve devinimlerin dilde anlatım buluşudur. 2. Dünyadaki nesnelerin ortak niteliklerine dayanan, dile özgü bir genelleme, bir soyutlamadır."
Doğan AKSAN
(Doğan AKSAN, Dil, Anlam, Sözcük, Ankara, Ankara Üniversitesi Yayınları, 1991: 54-55)
Metin: "Türkçenin Söz Varlığının Anlam Açısından Özellikleri", Doğan Aksan, Türkçenin Gücü, Ankara, Bilgi Yayınevi, 1990: 37-40.
GENEL VE ÖZEL ANLAM
Kavram, nesne, varlık ve durumları topluca belirleyen sözcüklere "genel anlamlı sözcükler", sınırlı bir anlam boyutunda belirleyen sözcüklere "özel anlamlı sözcükler" denir.
Örnek:
Genel anlam |
Özel anlam |
Özel anlam |
Hayvan |
Kedi |
Van kedisi |
Roman |
Türk romanı |
Cumhuriyet dönemi Türk romanı |
SOMUT VE SOYUT ANLAM
Nesnel varlığı olan, gözle görülen, elle tutulan nitelikteki varlıkları belirleyen, herkesçe aynı şekilde anlaşılan, aynı görüntüyü yaratan sözcüklere "somut anlamlı sözcük"; gözle görülmeyen, elle tutulmayan, herkeste aynı duygu ve düşünceleri, aynı görüntüyü yaratmayan durumları belirten sözcüklere "soyut anlamlı sözcük" denir.
Örnek:
Somut anlamlı sözcük |
Soyut anlamlı sözcük |
Kalem |
Sevgi |
Fabrika |
Düş |
Bilgisayar |
Kıskançlık |
TEMEL (ANA) VE YAN ANLAM
Bir sözcüğün gösterdiği ilk ve temel göstergeye "temel anlam", temel anlamdan kaynaklanan ama temel anlama göre farklılıklar taşıyan, ikinci, üçüncü derece anlamlara "yan anlam" denir.
Örnek:
Temel anlam |
Yan anlam |
Baş: Kafa |
Baş: 1. Tane (bir baş soğan) |
Burun: Koku alma organı |
Burun: 1. Bir nesnenin ön kısmı(geminin burnu) |
GERÇEK VE MECAZ(DEĞİŞMECE) ANLAM
Sözcüğün herkesçe bilinen anlamına "gerçek anlam", herkesçe bilinenin dışındaki anlamına "mecaz anlam" denir. Mecaz anlamda, sözcüğün belirli bir ilgiyle başka bir kavramın anlatılması için kullanılması söz konusudur; deyimlerde, şiirlerde olduğu gibi.
Örnek:
Gerçek anlam |
Mecaz anlam |
Zarfı damgaladı. |
Adamı hırsız olarak damgaladılar. |
Köpek kudurdu. |
Eve geç kaldığım için annem öfkesinden kudurdu. |
Yatmadan önce ocağı söndürdü. |
Deprem binlerce insanın ocağını söndürdü. |
Elbisesini lekeledi. |
Babasının adını lekeledi. |
Hırsız polisin elinden kaçtı. |
Ayşe'nin uykusu kaçtı. Bu işin tadı kaçtı. |
Ekmeğin kaç lira olduğunu bilmiyor musun? |
İstanbul'a ekmek parası kazanmaya gitti. |
Usta motoru yağladı. |
Annemi iyiden iyiye yağladım, geç kalmamama bir şey demez artık. |
Ağacı baltaladı. |
Enflasyonun yükselmesi ekonominin iyiye gidişini baltaladı. |
EŞ ANLAMLILIK
Aynı kavramı karşılayan, birbirinin yerine kullanılabilen, aralarında hiçbir fark olmayan sözcüklerdir.
Genellikle bir dile başka dillerden gelen sözcükler ile o dilin kendi söz varlığındaki sözcükler arasında eşanlamlık görülür.
Örnek:
hane=ev=konut=mesken imtihan=sınav
bellek=hafıza
mektep=okul
kılavuz=rehber=mihmandar
hürriyet=özgürlük
ajan=casus
cevap=yanıt
alaz=alev=yalım
ödül=ikramiye=mükâfat
demek=söylemek
kaybetmek=yitirmek
açıklamak=izah etmek
amaç=gaye=hedef=maksat
YAKIN ANLAMLILIK
Hemen hemen aynı anlamı karşılayan ancak aralarında küçük ayrımlar olan sözcüklerdir.
Örnek:
korkmak/ürkmek/çekinmek/sinmek
bıkmak/bezmek/usanmak
kötü/berbat/fena
kır/boz/kırçıl/gri/kurşuni
gücenmek/darılmak/küsmek/içerlemek
semiz/şişman/tombul/tıknaz
oturmak/ilişmek/çökmek
ÇOK ANLAMLILIK
Bir sözcüğün birden çok durum ya da kavramı ifade etmesi.
Çok anlamlılıkta, bir sözcüğün iki biçimi arasında anlam ilişkisi vardır.
Örnek:
Yüz: 1. Surat
2. Yüzey(suyun yüzü)
3. Bir şeyin ön cephesi(Evin yüzü)
4. Bir şeyin görünen bölümünü kaplamakta kullanılan kumaş (Yorgan yüzü)
5. Yan, taraf.
Acı: 1. Tatlı olmayan
2. Koyu (Acı yeşil)
3. Istırap
Dil: 1. Ağzın içindeki organ
2. Kilit vb. araçlardaki yassı, hareketli bölüm
3. Nefesli çalgılardaki ince, metal yaprak
4. Denize uzanan kara parçası
5. Konuşma yeteneği
6. İnsanlar arasında iletişimi sağlayan dizge.
Kuyruk: 1. Hayvanlarda gövdenin alt uzantısı
2. Uçurtma ve uçakların arkasındaki uzantı.
3. Sıra beklemek için oluşan insan dizisi
4. Başın arkasında toplanan saç.
Geçmek: 1. Arkada bırakmak
2. Hastalığın bulaşması
3. Sınıfını başarıyla bitirmek
4. Birşeye gücü yetmemek
Dokunmak: 1. Değmek
2. Sağlığın olumsuz etkilenmesi
3. Duygulanmak.
EŞ ADLILIK (EŞ SESLİLİK)
Sesteş olmakla birlikte aynı anlamı, kavramı karşılamayan sözcükler.
Eş adlılıkta, sözcüğün sesçe aynı olan iki biçimi arasında hiçbir anlam ilişkisi yoktur.
Örnek:
Dolu: Boş olmayan
Dolu: Yağan buz parçaları
Dil: Tat alma organı
Dil: Gönül
Kurt: Köpekgillerden yırtıcı hayvan
Kurt: Omurgasız, bacaksız küçük hayvan
Kara: Siyah
Kara: Toprak parçası
Yüz: Surat
Yüz: 100.
Bitmek: Tükenmek
Bitmek: Yetişmek (Tarlada ot bitti)
KARŞIT ANLAMLILIK
Birbirine taban tabana zıt durumları ve kavramları ifade eden sözcükler.
Her kavramın karşıtı bulunmak zorunda değildir.
Örnek:
İyi x Kötü
Sevinç x Üzüntü
Cesur x Korkak
Doğru x Yanlış
Ödül x Ceza
Okumuş x Cahil
Güzel x Çirkin
Görkemli x Sade
Sağlam x Çürük
Buruşuk x Düz
Gitmek x Gelmek
Alt x Üst
ANLAM DEĞİŞMELERİ
Sözcüklerin anlamlarının zaman içinde genişleme, daralma, kayma, kötüleşme, iyileşme gibi değişimlere uğraması.
Anlam değişmeleri, dilde zamana bağlı olarak yaşanan bir süreç olduğu gibi, kültürel ve toplumsal değişmelerin de bir sonucudur. Bu, dilin canlı bir varlık olduğunun kanıtıdır.
İki tür anlam değişmesi vardır:
a. Anlam Daralması
b. Anlam Genişlemesi
Anlam Daralması
Sözcüğün, zaman içinde geçmiştekinden daha dar bir anlamı, önceden ifade ettiği anlamın sadece bir bölümünü ifade eder hale gelmesi.
Örnek:
|
Eski Türkçede |
Bugün |
Oğlan |
Kız ve Erkek Evlat |
Erkek evlat, erkek çocuk |
Davar |
Sahip olunan mal, mülk, varlık |
Sahip olunan büyükbaş hayvan |
Savcı |
Sözcü, elçi, peygamber |
Sanıkları kovuşturan hukuk adamı |
İl |
Ülke |
Vilayet |
Sanmak |
Düşünmek, saymak |
Zannetmek |
Dirilmek |
Yaşmak, öldükten sonra canlanmak |
Öldükten sonra canlanmak |
Anlam Genişlemesi
Anlam Aktarması:
Kavramın doğrudan kendisinin değil, dolaylı olarak bir başka ifadeyle anlatılması.
Örnek:
Beyazperde= Sinema
Yeşilçam= Türk sineması
Sahne= Tiyatro
Yeni Dünya=ABD
Sandık başına gitmek= Seçim yapmak
Yeditepe=İstanbul
Dökülmek= Çok yorulmak
Köpürmek= Çok öfkelenmek
Okşamak= Dövmek
Temizlemek= Öldürmek
ANLAM BİLİM –
DEYİMLER
Sözcüklerin kendi anlamlarından ayrı bir anlam için biraraya gelerek, halk dilinde yüzyıllardır söylene söylene kalıplaşmış bir ifadeye dönüşmesi.
Deyimler, bir durum ya da kavramla ilgili ayrıntıları içerir; az sözle çok şey anlatılmasını sağlar. Bir dilin en zengin ve renkli malzemesidir; dilin gücünün göstergesidir. Toplumun geçmişinin, yaşam birikiminin, kültürel ve sosyal kimliğinin işaretlerini taşır. Kalıplaşmıştır; kalıbın içinde yer alan sözcükler eş anlamlı ya da yakın anlamlı başka sözcüklerle değiştirilemez.
Örnek:
Göze gelmek: Göz değmesi.
Göze girmek: Dikkat çekerek ilgi ve değer kazanmak.
Gözden çıkarmak: Vazgeçmek, feda edebilmek.
Gözü yememek: Bir işi yapabilecek gücü ve güveni kendinde bulamamak.
Gözü kesmek: Bir şeyi yapabileceğine güvenmek.
Göze almak: Bir şeyi yapabilecek cesareti göstermek, o fedakârlıkta bulunabilmek.
Gözünü alamamak: Bakmaya doyamamak.
Gözü ısırmak: Tanıyacak gibi olmak.
Gözü tutmamak: Güvenmemek, beğenmemek.
Gözü ilişmek: İstemeden, birdenbire görüvermek
Gözleri yaşarmak: Duygulanmak, ağlayacak gibi olmak.
Gözlerinin içi gülmek: Çok sevindiği gözlerinden anlaşılmak
Örnek:
Canı çıkmak: Çok yorulmak; ölmek; çok yıpranmak
Canı burnunda olmak: Çok yorgun ve kızgın olmak.
Can kulağı ile dinlemek: Çok dikkatli dinlemek
Canından bezmek: Ölecek kadar sıkıntı içinde olmak
Canına susamak: Bela aramak
Toplumların yaşam deneyimlerinden kaynaklanan ve bilgeliğinin ürünü olan cümle kalıpları. Toplumun belleğinde yüzyıllarca varlıklarını sürdüren atasözleri, o toplumun yaşam biçimini, kültürünü yansıtırlar. Kalıplaşmışlardır; sözcükleri ve söz dizimleri değiştirilemez. Atasözleri, ulusların dil hazinesinin en zengin ve renkli ürünleridir. Basit kuruluşlu ama derin anlamlıdırlar. Ezgili ve ritmik bir yapıya sahiptirler. Örnek: Kuzguna yavrusu şahin görünür. |
TERİMLER
Özel bir alanla ilgili kavramları karşılayan teknik sözcükler.
Örnek:
Alegori: Bir duyguyu, düşünceyi ya da kavramı bir başka varlık yardımıyla sembolize ederek anlatma.
Aliterasyon: Aynı harf ya da hecelerin, bir ahenk yaratmak amacıyla cümle içinde sık sık tekrarlanması.
Mazmun: Bazı kavramları, durumları anlatmak için kalıplaşmış sözleri kullanmak.
Örnek: İnci=diş
BAĞLAM (CONTEXT)
Bir sözcük ancak diğer göstergelerle birlikte belirli bir kavramı yansıtır; böylece oluşan bütüne “bağlam” denir.
Örnek:
Çocuğu askere yolladık.//Ne yakışıklı çocuk. ------> Çocuk= Genç erkek
Çoluk çocuk nasıl? ------> Çocuk= Ev halkı,
evlat
Çocuğu emzirdin mi? ------> Çocuk=Bebek
Örnek:top
|
Sigarayı bıraktım. ------> Bırakmak: Alışkanlığı terketmek
Annemi eve bıraktım. ------> Bırakmak: Götürmek
İşi bıraktım. ------> Bırakmak: İstifa etmek.
Ali’yi bıraktım, onu sevmiyorum artık. ------> Bırakmak: Terketmek,
ayrılmak
Tutukluları bıraktılar. ------> Bırakmak: Salıvermek, tahliye
etmek.
Anlam, konuşmanın ya da yazının bütününe(bağlamına) bağlıdır.
Örnek:
- Babam iyice üşütmüş.
1. Soğuk algınlığına, nezleye yakalanmayı kastetmek için kullanılabilir.
2. Çıldırmaya yakın bir hali anlatmak için kullanılıyor olabilir.
Bu anlamlardan hangisinin kastedildiği, konuşmanın öncesinden ve sonrasından anlaşılabilir.
Örnek:
|
- Elinde ne var?
1. Elinde bir şey saklayan kişiye elinde ne olduğunu sormak için kullanılıyor olabilir.
2. İskambil oynanıyorsa eldeki oyun kâğıtlarını anlatır.
3. Bir işten söz ediliyorsa, sahip olunan malzemeyi, parayı, kanıtları vs. kasdeder.
4. İki kişi dertleşiyorsa “Elinden ne gelir?” anlamı içerir.
Bu anlamlardan hangisinin kastedildiği, konuşmanın öncesinden ve sonrasından anlaşılabilir.
Örnek:
- Boğaz konusuna gelince...
1. Tıp Fakültesi’nde bir ders sırasında, iki tıp doktoru arasındaki konuşma sırasında, doktorla hastası arasındaki bir konuşma sırasında kullanıldığında organ olan boğaz anlaşılır.
2. Beslenmeyle ilgili bir konuşma söz konusuysa gıda masrafları, yeme içme işleri anlaşılır.
3. Siyasetle, coğrafyayla ilgili bir konuşmada İstanbul ya da Çanakkale Boğazı kastediliyor olabilir.
Bu anlamlardan hangisinin kastedildiği, konuşmanın öncesinden ve sonrasından, konuşmacıların kimliklerinden, konuşma mekânından anlaşılabilir.
Örnek:
|
- Kahve içer misiniz?
- Kahve uykumu kaçırıyor.
1. Herhangi bir nedenle sabahlaması gereken bir kişi tarafından verilen bir yanıtsa, “Evet, içerim” anlamına gelir.
2. Yorgun, uykulu bir kişi tarafından verilen bir yanıtsa “Hayır, içmem” anlamına gelir.
Örnek:
- Çay ister misiniz?
- Teşekkürler.
1. “Evet, lütfen” anlamına gelebilir.
2. “Hayır, teşekkür ederim” anlamına gelebilir.
Bu anlamlardan hangisinin kastedildiği, yanıt veren kişinin jest ve mimiklerinden, ses tonu ve vurgulamalarından anlaşılabilir.
BAĞDAŞTIRMA
“Tamlama, deyim gibi söz varlığı içindeki öğeleri ve tümce ya da sözceleri anlamlı, kabul edilebilir birimler halinde biraraya getirme”.
Doğan AKSAN
(Doğan AKSAN, Anlambilim, Ankara, Engin Yayınevi, 1999: 83)
Örnek:
körpe salatalık
çıkmaz sokak
ilk gözağrısı
Alışılmamış bağdaştırma:
“Anlam belirleyicileri, anlam ayırıcıları arasında uyum bulunmayan birleştirmeler”.
Doğan AKSAN
(Doğan AKSAN, Anlambilim, Ankara, Engin Yayınevi, 1999: 84)
Örnek:
körpe merdiven
Örnek:
Deyimleşmiş alışılmamış bağdaştırmalar:
ömür törpüsü
şeytan çekici
laf ebesi
Örnek:top
|
“Biliyorsun, ben hangi şehirdeysem
Yalnızlığın başkenti orasıdır” Cemal Süreya “Vakit Var daha”
Örnek:
“Kırmızı bir kuştur soluğum
Kumral göklerinde saçlarının” Cemal Süreya “San”
Örnek:
“Yemyeşil bir ay gökte dağılıyordu” Attila İLHAN “Cinayet Saati”
Örnek:
“Vapur kudurdu kuduz gibi böğürdü” Attila İLHAN “Cinayet Saati”
Örnek:
“Demirciler bir nehri dövmektedir” Hilmi YAVUZ “Yapı İşçileri Anlatıyor”
Örnek:
“Bir ağaç işliyor yanımda tıkır tıkır” Edip CANSEVER “Yerçekimli Karanfil”
- Benzetme
Bir nesne, kavram ya da durumu daha iyi, daha güçlü ve etkili anlatabilmek için başka bir nesne, kavram ya da durumdan yararlanmak.
Benzetmede amaç, somutlaştırma, gözde canlandırma sayesinde, anlatılmak istenenin daha etkileyici olmasını sağlamaktır.
Örnek:
Tilki gibi kurnaz.
Taş bebek gibi kız
Örnek:
Bir arpa boyu yol gitmek!
(Bir sorunu) Tereyağından kıl çeker gibi çözmek.
Örnek:
"Dedim inci nedir, dedi dişimdir
Dedim kalem nedir, dedi kaşımdır" Erzurumlu Emrah
Örnek:
"Evlerinin önü çardak
Elif'in elinde bardak
Sanki yeşil başlı ördek
Yüzer Elif Elif diye" Karacaoğlan
Örnek:
"Yar yar!
Seni kara saplı bir bıçak gibi sineme sapladılar" Bedri Rahmi EYUBOĞLU
Örnek:
"Yaşamak, bir ağaç gibi tek ve hür
Ve bir orman gibi kardeşçesine" Nazım Hikmet
METAFOR (EĞRETİLEME, İSTİARE, DEYİM AKTARMASI)
Bir kavramın, durumun ya da nesnenin doğruda kendisiyle değil, bir başka kavram, durum ya da nesne kullanılarak dolaylı yoldan anlatılması.
Metaforu açıklayan örnek metin:
Antonio Skarmeta, Ateşli Sabır (Çeviren: Tülin Şenruh), İstanbul, Afa Yayınları, 1987: 19-23.
Örnek:
O ne tilkidir o!
Örnek:
"Karadutum, çatalkaram, çingenem
Nar tanem, nur tanem, bir tanem" Bedri Rahmi EYUBOĞLU
Bütün sözcükler sevgiliyi dolaylı yoldan ve etkili biçimde anlatmak için kullanılmış.
Örnek:
"Korkma! Sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak!"
"Çatma, kurban olayım çehreni ey nazlı hilal" Mehmet Akif ERSOY
"Al sancak" ve "hilal" sözcükleri, Türk bayrağını anlatmak için kullanılmış.
Türkçe/Edebiyat Eğitimi Kaynak Sitesi